SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ

MOBİL UYGULAMALARIMIZ

HaberTekno

Paylaş
veya
aşağıdaki bağlantıyı paylaşın:
Anasayfa » Haberler » Okullar erken kapanıyor: O tarihten itibaren…

Okullar erken kapanıyor: O tarihten itibaren…

Yayınlanma:
Okullar erken kapanıyor: O tarihten itibaren…

Türkiye’de okulların tatil dönemlerine yaklaşırken, ister Şubat tatili olsun ister yaz tatili, öğrenciler, öğretmenler ve hatta veliler arasında “ruhen tatile girme” durumu sıkça gözlemlenir. Bu, resmi takvimdeki kapanış tarihinden bir veya iki hafta önce başlayan, zihinsel bir geçiş sürecidir. Kısa ara tatillerde ise bu ruhsal geçiş birkaç günle sınırlı kalır. Bu durum, eğitim sistemimizde resmi olanla fiili olan arasındaki farklardan sadece birini gözler önüne serer.

Erken Tatile Girme Durumu: Doğal Bir İhtiyaç mı, Fırsat Kaçırma mı?

Erken tatile girme veya dinlenme çabaları aslında oldukça doğal bir insani tepkidir. Uzun ve yoğun bir eğitim döneminin ardından zihinlerin ve bedenlerin rahatlama ihtiyacı hissetmesi kaçınılmazdır. Bu durum, sadece öğrencilere özgü olmayıp, derslerin işleyişinden sorumlu öğretmenler ve eğitim sürecinin bir parçası olan veliler için de geçerlidir. Okul ortamının genel atmosferi, tatil havasına girildiğinde ders dışı aktivitelere ve daha rahat bir ortama yönelir.

Millî Eğitim Bakanlığı da bu sürecin farkında olup, her yıl tatil öncesi haftalar için çeşitli ortak etkinlik planlamaları paylaşır. Öğretmenler de bu durumu dikkate alarak, müfredattaki önemli ve ağırlıklı konuları tatil dönemlerinden çok önce tamamlamayı tercih eder. Kağıt üzerindeki ders planları son güne kadar ders işleniyormuş gibi görünse de, fiiliyatta içerik haftalar öncesinden tamamlanmış olur. Yani, “tatilin ruhu takvimden önce gelir” ve bu da eğitimde adaptasyonun bir göstergesidir.

Bakış Açımızı Değiştirelim: Bu Haftaları Nasıl Değerlendirmeliyiz?

Yıllardır süregelen “Öğretmenler zaten üç ay yaz tatili…” gibi tartışmaları bir kenara bırakarak, bu durumu eğitim sistemimizin bir parçası olarak ele alıp nasıl daha verimli hale getirebileceğimize odaklanmak önemlidir. Zihinsel geçişlerimizi inkar etmek yerine, bu haftaların nasıl değerlendirildiği üzerine daha çok düşünmeliyiz.

Dönem sonu planlamaları sadece haftalık çizelgelere göre mi yapılmalı? Yoksa bu zihinsel geçişleri eğitimin bir parçası gibi görerek mi ilerlemeliyiz?
Belki de tartışılması gereken temel nokta, tatilin süresi değil, tatil öncesi haftaların verimli kullanımıdır. Bu haftaları “boş” olarak görmek yerine, onları farklı pedagojik yaklaşımlarla değerlendirmek mümkün müdür?

Öğrenci merkezli projeler, sanatsal ve kültürel etkinlikler, spor faaliyetleri, sosyal sorumluluk projeleri gibi ders dışı aktiviteler bu dönemlerde daha fazla ön plana çıkarılabilir.

Böylece, öğrenciler hem akademik yoğunluktan uzaklaşır hem de farklı becerilerini geliştirme fırsatı bulurlar. Örneğin, yıl boyunca işlenen konuların bir özetini çıkarmaya yönelik yaratıcı sunumlar hazırlanabilir veya dönem sonu sergileri/şenlikleri düzenlenebilir. Bu tür etkinlikler, öğrenmeyi daha keyifli hale getirirken, öğrencilerin motivasyonunu da artırabilir.

Elbette, zihinler tatile çıkmışken en önemli ve ağır konuları bu anlara saklamak ne kadar mantıklıdır, bu da ayrı bir tartışma konusudur. Muhtemelen bu durumda da yine o tanıdık denge meselesine geliyoruz. Akademik müfredatın tamamlanması ile öğrencilerin zihinsel ve duygusal ihtiyaçları arasındaki dengeyi doğru kurmak, eğitimdeki en büyük zorluklardan biridir.

Bu “ruhsal tatil” dönemlerini, sadece bir geçiş süreci olarak görmek yerine, öğrencilerin yaratıcılıklarını, sosyal becerilerini ve farklı ilgi alanlarını keşfetmelerine olanak tanıyan bir fırsat olarak değerlendirmek, eğitim sistemimize yeni bir soluk getirebilir.

İlgili Haberler